Özün seni beklerken
Nefsinin en büyük tuzaklarından
biridir beklenti. Sağlığının, huzurunun, tertemiz hayallerinin,
bereketinin önünü tıkar. Sana tam ve bütün olduğunu unutturur. Muhtaç ve yarım
hissettirir. İlgiye, sevgiye, aşka, şifaya, paraya, şansa, işe, eşe,
dosta, evlada, birliğe, bilgiye, bilmeye, rehbere ihtiyacın hiç bitmeyecekmiş
gibi yaşarsın. Kendini ihtiyaçları sonsuz bir varlık sanırsın. Sanki
onların yoksunluğu eksiklik, istediğin gibi olmaması da talihsizliğinmiş gibi…
Sanki mutluluğun;
beklentilerinin ve ihtiyaçlarının karşılanmasına bağlıymış gibi… Bir de bu
durum arttıkça artar… İstedikçe ister, bekledikçe beklersin.
Beklentilerin büyüdükçe hayal kırıklıkların da sıklaşır. Kurban oldukça,
canın yanar. Canın yandıkça, kurban olursun.
Hâlbuki sen bu değilsin ki. Sen
zannettiğinin çok ötesinde bir varlıksın. Böyle anlarda, okyanusta
yüzdüğünü unutup, suyu arayan balık misali, deryanın içinde beyhude
çırpınmaktasın… Ve göklerde özgürce uçtuğunu unutup, semayı düşleyen bir
kuş kadar muhtaç…
Bekler, ister, arar durursun
her şeyi ya da aslında sadece kendini. Asıl sen olan; seni. Benliğinden,
beklentilerinden özgürleşmiş, o derindeki defineni… Şimdi derin bir nefes
al. Ve bak içine ilk sırada hangi beklentin var?
Örneğin; içinde barış ve birlik
beklentisi yakaladın diyelim… Barış ve birlik bekleyen biri, barışın ve
birliğin kendisi olmalıdır önce. İlk iş kendisiyle, sonra da bütün dünya
ile barışmalıdır O. Birilerinin varlığını kendisine tehdit görmeden,
bundan rahatsızlık bile duymadan yaşamalıdır artık. Korkularından özgürleştiği
için giderek sakinleşir. Ve olan bitenden de razı gelir. Var olanda yanlış
bulma telaşını bırakıp, kendi bildiği doğrusunu yaşamaya başlar sessizce.
İşte o beklediği
hayat/dirlik/düzen varmışcasına yaşadığında, barış ondan yayılır insanlığa.
Birlik artık bir yaşam tarzına dönüşür onda. Evde, işte, trafikte,
sokakta, tatilde, kuyrukta, sinemada, okulda, markette, her yerde birdir
O. Ayırmadan selam verir, selam alır, karşılık beklemeden yol verir,
kimsenin sırasını almaz, hatta sırasını verir. Malum onun artık eskisi
kadar acelesi ve telaşı yoktur
Şüphe etmez. Güvenir.
Şüphe etmez. Güvenir.
Hakikati kendisinde
bulunca; Hak aramaz. Hak verir.
Barışın ve birliğin sembolü oluverir bir’den bir’e. Hayattan, insanlardan, toplumdan yani dışarıdan beklediğini kendine, kendisi verir önce. O beklediği her ne ise; kendi kaynağında zaten var olduğunu görünce beklentisi diner, ihtiyaç zannı geçer. Peşine düşmediği ve ona yapışmadığı için de, bir zamanlar bekleyerek kavuşacağını sandığını, en ihtişamlı şekilde yaşamaya başlar nihayet.
Evet, şimdi içinde bulduğun beklentine bir son kullanma tarihi belirle. Böylece bir hazırlık süresi ver kendine. Ama o tarih geldiğinde, bırak artık sıradakini suya. Tam canlanıp sıçrayacakken, beklentilerine kendini hapsetme. Nefsinin şımarıklığına “bir dur” de. Son kullanma tarihi geçmiş yemi yeyip, artık O güzel ruhunu zehirleme. Her ne bekliyorsan hayattan, birilerinden ya da kendinden… Sen ver onu artık kendine, en derininden.
Barış mı? Birlik mi? Aşk mı? Sevgi mi? İlgi mi? Paylaşım mı? Anlayış mı? İş mi? Aş mı? Dost mu? Muhabbet mi? Bilgi mi? İlim mi? İrfan mı? İman mı? Farkındalık mı?
Zaten hepsi sende…
Hepsi özünde…
Hepsi özünde…
Eğer öyle olmasaydı, nereden bilecektin yoksunluğunu?
Nasıl yaşayacaktın bu ihtiyaç sandığın duygusal açlık anlarını?
İnan onlar da senden açığa çıkmayı BEKLİYOR ne zamandır!
Haydi, artık bekletme onları.
Özünün hep bilinmeyi isteyen, nicedir senin tarafından keşfedilmeyi BEKLEYEN hazinesine şimdi sahip çık.
Bırak ruhun artık nur olsun, ışığını saçsın.
Kendini sadece şu fani bedeninin ihtiyaçları ve geveze zihninin beklentilerinden ibaret zannetme…
Ve en önemlisi de; şimdi bu zannın özel sebebine uyan:
Hepsi önce tüm bunlardan yoksun muşsun gibi, sana acı çektirip, sonra da o acıyan yerdeki kapıdan içeri girmen içinmiş.
Girip de o gizli hazineni sana buldurmak içinmiş…
Anlasana güzellik…
Bu harika sebep için, zanlarına da eyvallah diyebilmen içinmiş…
Fisun Çil Taşlı
Fisun Çil Taşlı