17 Ocak 2017 Salı

Nazım Hikmet'in "Bana mutluluğun resmini yapabilir misin?"

Nazım Hikmet'in "Bana mutluluğun resmini yapabilir misin?"

Abidin Dino, Nazım Hikmet Ran ve çok sevdiği eşi Vera, Paris’te bir otel odasında kalmaktadır. Nazım Hikmet, gecenin bir yarısı eline kalemini almış eşi Vera’ya “Saman Sarısı” adlı şiirini yazmaktadır. Eşi Vera çoktan uyumuştur. Nazım ve Abidin, otel odalarının penceresinden Sen ırmağını gören çatı katındaki otel odalarının pencerelerinin başında oturmuşlardır. Abidin de bir yandan bir şeyler çizmektedir. Nazım’ın şiirinin içindeki şu mısradan anlıyoruz bunu:

“Abidin uçsuz bucaksız hızın renklerini döktürüyor.”

Aynı zamanda Nazım, yakın arkadaşı olan Abidin Dino’nun yaptığı resimlere hayranlık da duymaktadır. Yine o gece yazdığı şiirin içindeki şu mısralardan bu durum fazlasıyla sezilmektedir.

“Yüz elliye altmışın meydanlığında
suda balıkları nasıl görüp suda balıkları nasıl avlayabilirsem
öyle görüp öyle avlayabilirim kıvıl kıvıl akan vakıtları tuvalinde Abidin'in”

Nazım eşine itafen yazdığı “Saman Sarısı” adlı şiirinin içinde Abidin Dino’ya çağrılarda da bulunmaktadır.

“Sen mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin ?
İşin kolayına kaçmadan ama
Gül yanaklı bebesini emziren melek yüzlü anneciğin resmini değil
Ne de ak örtüde elmaların
Ne de akvaryumda su kabarcıklarının arasında dolanan kırmızı balığınkini
Sen mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin”

Nazım’ın Dino’ya bu soruyu sorması zannedildiği üzere, ressamın sanatını ispatlama sorgulaması değildi elbet. Bu soru, gurbet hasreti çeken iki sanatçı arasındaki sıkı dostluğun getirisi olan bir diyalogun ürünüydü. Bu sorudaki amaç, fikir birlikteliğini, pekiştirme amaçlı kurulmuş soru kalıplı cümleler eşliğinde dökmekti mısralara. Esasında Nazım’ın Dino’dan bir resim beklentisi yoktu. Belki o da biliyordu yakın arkadaşının ona vereceği cevabı. Abidin Dino, Nazım Hikmet’in “Mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin?” sorusuna resimle değil de, aynı türü kullanarak Nazım gibi şiirle karşılık vermişti. Çünkü Dino’da biliyordu Nazım’ın sorusunun cevabının olmadığını. Mutluluğun resminin tuvallere sığmayacağını... Ondandır ki Nazım’a yazdığı şiirinin son mısrasında şu sözlere yer vermişti.

“Buna da ne tual yeterdi; ne boya...”

Abidin Dino mutluluğun resmini yapmadı. Çünkü o da biliyordu ki, tek bir kare ile somutlaştırılamazdı mutluluk denen kavram. O mutluluğu sözcüklerle anlatma yolunu seçti. Yaşanmışlıklarının beraberindeki arzularının, hayallerinin içinde olduğu bir şiirle…

Mutluluğun Resmi

Kokusu buram buram tüten
Limanda simit satan çocuklar
Martıların telaşı bambaşka
İşçiler gözler yolunu.
İnebilseydin o vapurdan
Ayağında Varna’nın tozu
Yüreğinde ince bir sızı.
Mavi gözlerinde yanıp tutuşan
hasretle kucaklayabilseydim
seninle, bir daha.
Davullar çalsa, zurnalar söyleseydi
Bağrımıza bassaydık seni Nazım,
Yapardım mutluluğun resmini
Başında delikanlı şapkan,
kolların sıvalı, kavgaya hazır
Bahriyeli adımlarla düşüp yola
Gidebilseydik Meserret Kahvesine,
İlk karşılaştığımız yere
Ve bir acı kahvemi içseydin.
Anlatsaydık
o günlerden, geçmişten, gelecekten,
Ne günler biterdi,
Ne geceler...
Dinerdi tüm acılar seninle
Bir düş olurdu ayrılığımız, anılarda kalan.
Ve dolaşsaydık Türkiye’yi
bir baştan bir başa.
Yattığımız yerler müze olmuş,
Sürgün şehirler cennet.

İşte o zaman Nazım,
Yapardım mutluluğun resmini
Buna da ne tuval yeterdi;
ne boya...

Abidin Dino

-ALINTI-

9 Ocak 2017 Pazartesi


ZENCİYİM BEN  NEGRO                                                       
negro worker ile ilgili görsel sonucu


Zenciyim ben                                                       
          I am a Negro              

Gece gibi                                                             
                            Black as the night is black

Afrika’nın derinlikleri gibi kara                          
                            Black like the depths of my Africa

Köleydim her zaman                                                
                               I’ve been a slave

Saray basamaklarını temizledim eski Roma’da
                                Ceasar told me to keep his door-steps clean

Washington’da ayakkabı boyamaktayım şimdi
                                 I brushed the boots of Washington.
Emekçiydim her zaman                         
                                 I’ve been a worker:

Mısır’da piramitleri kuran benim           
                                  Under my hand the pyramids arose.
Benim, harcını atan gökdelenlerin          
                                   I made mortar fort the Woolworth Building.
Türkücüydüm her zaman    
                                    I’ve been a singer:                            

Afrika’dan Missuri’ye kadar yaydım türkülerimi
                                  All the way from Africa to Georgia           

Çınlar kederli ezgisi onların her yerde 
                               I carried my sorrow songs.

O tam tam ritmi        
                                       I made ragtime.
Kurbandım her zaman    
                                      I’ve been a victim:Kongo’da kırbaçla dövdüler beni
                                      The Belgians cut off my hands in the Congo

Ve şimdi linç edilmekteyim Teksas’ta                 
                                      They lynch me still in Mississippi.

Zenciyim ben                                                     
                       I am the Negro:Gece gibi!..                                                          
                     Black as the night is black,

Afrika’nın derinlikleri gibi kara                        
                    Black like the depths of my Africa.

                             
                               Langston Hughes                         

Avukat Süreyya Ağaoğlu ve Atatürk

İlk Türk Kadın Avukat Süreyya Ağaoğlu ile Atatürk'ün Arasında Geçen Sıra Dışı Hikâye

 avukat süreyya ağaoğlu ile ilgili görsel sonucu
Ülkemizde avukatlık mesleğini seçen ve yapan ilk kadın Avukat Süreyya Ağaoğlu, kadınların yemek yiyemediği lokantada yemek yemek ister, fakat dönemin getirdiği şartlar buna imkân vermez.
Çözüm ise bilindik bir liderden gelir...
Türkiye'nin ilk kadın avukatı: Süreyya Ağaoğlu.
avukat süreyya ağaoğlu ile ilgili görsel sonucu
Süreyya Ağaoğlu, Türkiye'nin ilk kadın avukatıdır. 1924-25 ders yılında İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ni bitirdikten sonra, Ankara'ya ailesinin yanına döner. Bir arkadaşıyla birlikte Adalet Bakanlığı'nda staja başlar.. İlk günlerin heyecanı geçince, bir sorunla karşılaşırlar: Öğle yemeği işini nasıl çözeceklerdir? Evlerine gidemezler, evleri bakanlığa çok uzaktır. Lokantaya da gidemezler.. Aslında o zamanlar Ankara'da yemek yenebilecek bir lokanta, İstanbul Lokantası vardır. Fakat bir sorun vardır: Sadece milletvekillerinin yemek yediği bu lokantada, kadınların yemek yediği görülmüş şey değildir..
''Homurdanmalar ve şikâyetler yükselir..''
Türkiye'nin, bu ilk kadın stajyer avukatları, öğle yemeklerini, bir süre için peynir ekmek yiyerek geçiştirirler. Ama sonunda dayanamazlar.. Dönemin Basın-Yayın Genel Müdürü olan babası Ahmet Ağaoğlu'na giden Süreyya, öğle yemeklerini İstanbul Lokantası'nda yiyebilmek için izin ister. Ahmet Ağaoğlu, bunda bir sakınca görmez, onayı verir.. 
İki arkadaş, ertesi gün öğleyin lokantaya gider, küçük bir bölümüne geçip güzel güzel karınlarını doyurur. Ahmet Ağaoğlu'nu ve kızını tanıdıkları için kimse yüzlerine bir şey söyleyemez, ama arkalarından konuşmalar başlar. Homurdanmalar ve şikâyetler yükselir.
Durum Başbakan'a kadar gider.
avukat süreyya ağaoğlu ile ilgili görsel sonucu
Şikâyetler aynı gün, zamanın Başbakanı 'Rauf Bey'e de iletilir. Rauf Bey de Ahmet Ağaoğlu'nu arayıp durumu anlatır. 
Süreyya, o akşam eve döndüğünde, babasının kendisini beklediğini görür. Ahmet Bey hemen konuya girerek, "Başbakan Rauf Bey, senin ve arkadaşının lokantada yemek yediğinizi ve herkesin bunu konuştuğunu anlattı.. Bundan sonra öğle yemeklerine bana gelin," der.. 
Süreyya çok üzülür, ama yapacağı bir şey yoktur..
Süreyya Hanım'a Atatürk de destek olmaz..
Birkaç gün sonra, Atatürk ve eşi Latife Hanım, Ahmet Ağaoğlu'na misafirliğe gelir. Sohbet edilirken, söz bu konudan açılınca, Süreyya Hanım, olayı bütün açıklığıyla Atatürk'e anlatır. Onun, kendisini anlayacağını ve destekleyeceğini düşünmektedir. Oysa onu dinleyen Atatürk, "Babanın da, Rauf Bey'in de hakkı var," der. 
Büyük bir hayal kırıklığına uğrayan Süreyya Hanım, ertesi gün bakanlıktaki odasında çalışırken, bir yetkili telaşla içeri girer : "Süreyya hazırlan, Paşa seni yemeğe götürecekmiş !.."
"Latife bugün seni öğle yemeğine bekliyor..''
ataturk ve esi ile ilgili görsel sonucu
Süreyya şaşırır, apar topar kapının önüne çıkar. Yanında bir milletvekili ve yaveriyle arabada oturan Atatürk, onu görünce, "Latife bugün seni öğle yemeğine bekliyor," der. 
Süreyya Hanım hem şaşkın hem sevinçlidir. O bindikten sonra hareket eden otomobil İstanbul Lokantası'nın önünden geçerken, Atatürk, birden şoföre durmasını söyler. Bozüyük milletvekili Salih Bey telaşla yanlarına gelince, Atatürk, herkesin duyabileceği bir sesle, ona, "Bugün Süreyya'yı bize götürüyorum, ama yarın buraya gelecek, yemeğini lokantada yiyecek.." der.
''Kimse onları bakışlarıyla bile rahatsız etmeye yeltenemez.''
Süreyya Hanım’ın şaşkınlığı daha da artar. Ne olup bittiğini, Latife Hanım, yemekte, onun kulağına eğilip, "Paşa, dün akşam bu lokanta olayına çok kızdı, ama babanı senin yanında ezmek istemediği için kızgınlığını belli etmedi. Eve gelir gelmez, birkaç milletvekilini arayarak, yarın mutlaka eşleriyle birlikte lokantaya öğle yemeğine gitmelerini söyledi," deyince durumu anlar.. 
Süreyya Ağaoğlu, ertesi gün, arkadaşıyla İstanbul Lokantası'na gittiğinde, birkaç milletvekili eşinin de ilk kez orada olduğunu görür. Kimse onları bakışlarıyla bile rahatsız etmeye yeltenemez.. 
Bu bir ilk olur... Atatürk ve Türkiye'nin ilk kadın avukatı Süreyya Ağaoğlu, kadınların, tıpkı erkekler gibi, bir lokantada yemek yiyebilmesine de öncülük etmiş