15 Şubat 2018 Perşembe

Mevlana ve Che'den "Vazgeçiş" Üzerine...



Mevlana ve Che'den "Vazgeçiş" Üzerine...

Nelerden vazgeçebilir insan? Ve hangi durumlarda, ruhunun hangi fırtınalı hallerinde? Bilebilir mi ki bu sorunun cevaplarını?
Önceden planlanmış kaç durumun sonu veya geldiği yer planlanana uygundur ki? İnsanoğlu düşünmeye başladığından bu yana bu soruların cevapları peşinde değil midir?
Aslında sorular da hep aynı; tuzaklarla dolu, insan beyninin labirentlerinden çekilip çıkarılması güç, çoğu zaman da becerilemeyen, çaresizlik içeren aynı cevaplar…
Tek doğru var gibi sanki; bilinmeyenden sakınma, tedirgin olma ve karşılaşılmak istenmeyen, yüzleşmek istenilmeyen… Bu “kaçak” olma tutumu ve durumu, insanoğlunun en sevdiği yer olmalı..!
Vazgeçmeye dair çok kafa yormuş insanoğlu…(arada “kızı” da mı demeli, bilmem ki) Çünkü yürüyeceği, kat edeceği “yaşam” yolunun GPRS’i yok ki..! Beyninin ürettikleri sonucunda verdiği kararlarla kendi için doğru olan yolu bulmaya çalışır daima… Bunun için de düşünmeli, kafa yormalı elbet…
Bakın; Vazgeçiş” üzerine 1200’lü yıllarda yaşamış olan Mevlana ne demiş:
“ Her şeyin üstüne gelip, seni dayanamayacak bir noktaya getirdiğinde sakın vazgeçme; işte orası kaderinin değişeceği noktadır…” 
Ne güzel, ne kadar besleyici değil mi?
Ya 1900’lü yıllarda yaşamış  Che Guavera:
“ Unutma; kaybettiğinde değil, vazgeçtiğinde yenilirsin…”
700 yıl ara ile yaşamış, yaşadıkları coğrafyanın dışında bütün dünyayı etkilemiş iki “eylemci” nasıl da aynı yerden bakmışlar meseleye.
Biri “ruhi” dünyanın “sufi” eylemcisi, diğeri de “dünyevi” yaşamın “militan” eylemcisi… Kendi yaşamlarını da, milyonların yaşamlarını da anlamlandıran, “dokunuşları” ile “kalp gözlerini” açan eylemciler… Dolayısıyla elbette birinin sözleri daha ağdalı, diğerinin ki de o’na yakışan ölçüde daha keskin…
Seçimler böyledir işte… Yaşamın kilometre taşlarıdırlar. Sonuçları iyi gelir veya kötü, ancak en insana ait olan ve yaşamın anlamlandırılmasında değeri olanlardır…
Seçimler yapmak zorunda isek yaşam yolumuzda; seçmediklerimizi de “kaybetmiş” oluruz aynı zamanda…” demiş bir başkası da…
Yani; “Her seçim bir kaybediştir. Her tercih de bir vazgeçiştir…”
Ve uzun zaman önce de aktarmış olduğum W.Shakespeare’ nin çok sevdiğim şu dizeleri de aynı dem’den vurur sanki…     
Yıldızları süpürürsün farkında olmadan,
Güneş kucağındadır bilemezsin…
Bir çocuk gözlerine bakar, arkan dönüktür,
Ciğerinde kuruludur orkestra, duymazsın…
Koca bir sevdadır yaşamakta olduğun, anlamazsın,
Uçar gider, koşsan da tutamazsın...                             


Blogger Mustafa Işıksoy

1 Şubat 2018 Perşembe

Her insan, hayatını bir hikâye olarak yaşar.

KENDİ OYUNUMUZUN KAHRAMANI OLMAK
kendimizin kahramanı ile ilgili görsel sonucu

Her insan, hayatını bir hikâye olarak yaşar.

Tiyatroya, oyun olarak uyarlanmış bir hikâye gibi.

Doğumumuzla perde açılır.

İçine doğduğumuz aile ve yetiştiğimiz çevre, sahnenin arka fonunu oluşturur.

Bu arka fon, sahnelenen oyunun nasıl bir seyir göstereceği konusunda, bize az çok fikir verir.

Yoksulluğun izlerini taşıyan bir fonda, sorumsuz bir şımarıklık beklemeyiz oyunculardan.

Tutucu kalıpların egemen olduğu bir arka plan, oyuncuların çoğunun, hayatı keşfetme konusunda tutuk olacağını, orada bilimin, sanatın ve felsefenin yeşeremeyeceğini düşündürür bize.

Öfke ve şiddetin kanlı kokusunu taşıyan bir arka planda sahneye çıkan oyunculardan, korku ve keder dolu bir oyun bekleriz.

Ama hayat denen bu tiyatronun sahneleri sıkça değişir ve oyun sürprizlerle doludur.

Yoksul kız, okuyup iyi bir iş sahibi olarak, oyunun akışını değiştirirken, mirasyedi delikanlı, bir zamanlar kendi babasının olan fabrikada, yoksul işçi rolünü üstlenebilir.

Yetiştiği tutucu ortamda düşünce dünyası kısırlaştırılmaya çalışılan genç, dogmaları yerle bir eden ve dünyayı değiştiren bir bilim-felsefe insanına dönüşebilir.

Veya öfke ve şiddetin kol gezdiği bir ortamdan, siyahların kaderini değiştiren, Nobel Barış ödüllü bir Nelson Mandela çıkabilir.

Buradan şu sonuca varmamız mümkün görünüyor: Baştan bize biçilen rol, değişebilir.

Kişiliklerimiz, gayretlerimiz ve doğaçlamalarımız, oyunun akışına damga vuracaktır.

Şimdi bir an için durup, kendi hayat oyununuza, karşıdan bir seyirci gibi bakmanızı istiyorum!

Gördükleriniz sizde nasıl bir etki bırakıyor?

Oyunun konusu ne?

Arka plan nasıl?

Kostümler, makyaj, diğer oyuncular?

Ya başrol oyuncusu olan siz?

Başarılı mısınız?

Yoksa rolünüz üzerinizde eğreti mi duruyor?

30 yaşındaki oyuncunun, 60 yaşında birini oynaması mı, gördüğünüz?

Veya bir kadının, erkek rolünü üstlenmesi mi?

Mutsuz bir ofis çalışanını mı canlandırıyorsunuz?

Performansınız olması gerekenin çok altında mı?

Bir figüran mısınız?

Daha da kötüsü, bir dekor parçası mısınız?

Kendi oyununuzu ve oyunculuğunuzu kıyasıya eleştiriyor, bu oyunu daha fazla izlemeye tahammül edemeyeceğinizi mi düşünüyorsunuz?

Kendinizi, ödüllü bir oyuncuya dönüştürmek istiyor ama bunu nasıl yapacağınızı bilmiyor musunuz?

Peki, o zaman burada durun!

Bu gün size, kendi hayat sahnenizde oynadığınız rolü biraz daha yakından tanımanız ve gerekiyorsa, o rolü değiştirmeniz veya rolünüzdeki kusurları gidermeniz için yardımcı olacak bazı ipuçları vereceğim.

Derinlik psikolojisinin üç büyük kurucusundan birisi olan Dr. Carl Gustav Jung ’a göre, insan kişiliği belli kalıplar içerir.

Bu kalıplar, hem genetik olarak aktarılır, hem de yaşanan deneyimlerle şekillenir.

Hemen hepimizin, karşılaşmak durumunda olduğumuz çocuk, anne, baba, erkek, kadın, otorite figürleri gibi kavramlarla ilişkilerimiz, eş ve arkadaş bulmak, hayatımızı kazanmak için çalışma, toplumsal bir varlık göstermek için üstlenmek durumunda olduğumuz roller, bu kalıpları şekillendirir.

Bu kalıplar, kuşaktan kuşağa aktarılır ama yaşam boyunca, pek çok kez değişikliğe uğrar.

Jung, bu kalıplara arketip adını verir.

Arketiplerin bir özelliği de evrensel olmalarıdır. Yani, dünyanın her yerinde görülürler.

Jung’un arketip kavramı, insanların, kendilerini ve başkalarını anlamalarına yardımcı olan bir kişilik tipolojisi geliştirilmesini sağlamıştır.

Bu yazıda size, Jung’un teorisinden esinlenerek tanımlanan 6 temel kişilik kalıbını tanıtacağım.

Okurken düşünmeyi ve kendiniz veya yakınınızdaki kişilerde, söz edilen karakteristiklerin varlığını gözden geçirmeyi unutmayın, lütfen!


Kişilik Kalıpları:

Kurban:

Bu kalıbı üstlenenler, kendilerini, yalnız, aldatılmış ve incitilmiş hisseden insanlardır.

Kurban için, hayat bir acı çekme yeri ve kendisi de bir ‘yetim’dir.

Bir tür ‘Acıların, çocuğu, kadını veya adamı’ rolü üstlenilmiştir.

Bizim toplumumuz, bu rolü çok benimser.

Sürekli anne- babasının, eşinin, çocuklarının, akrabalarının, işyerinin, memleketin halinin onu mahvettiğini anlatmayı sever, bizim insanımız.

Mutlu ve başarılı olamamasının nedeni, kimsenin ona sahip çıkmaması ve koşulların hep aleyhinde olmasıdır.

Alkol, madde ve insan bağımlılığına, bu grupta sıkça rastlanır.

Yalnızlıktan, kalabalığın içinde dikkat çekmekten, terk edilmekten ve istismar edilmekten çok korkar.

Güven duyguları zayıftır.


Özlemleri: Ait olmak, bağlanmak ve kendini güvende hissetmektir.

Gezgin:

Hayatı keşfetmeye meraklı insanların kişilik tipi, gezgindir.

Gezgin, özgürlük peşindedir.

Özgürlük onu, kendisine ulaştıracak olan yoldur.

Yaşadığı koşulları sorgular ve ona yüklenen rolleri reddeder.

Gezginler, bir yere sıkışıp kalmaktan, geleneksel değerlere yenik düşmekten, sıkılmaktan ve içsel boşluktan korkarlar.

Bu noktada, cesurluk ve sorumsuzluk arasında, çok ince bir sınır olduğunu hatırlamakta yarar var!

Özlemleri: daha anlamlı ve doyurucu bir hayata sahip olmak, iç boşluğu doldurmak ve kendini keşfetmektir.

Kahraman:

Aynı zamanda ''Savaşçı'' adı da verilen bu kişilik kalıbı, hedefine odaklı, kararlı ve mücadelecidir.

Yaşam enerjisi doludur.

Özgüvenleri ve hayata inançları yüksektir.

Yanlış buldukları şeylerin değişmesi ve düzelmesi için korkusuzca çaba sarf ederler.
Disiplinli ve güçlüdürler.

Güçsüze sahip çıkar, adaletli davranırlar ve onurludurlar.

Olumsuz yanı ise, bazen kendi güçlerinin büyüsüne kapılıp başkalarını küçük görmeleridir.

Gereksiz çatışmaların içine girebilirler.

Başkalarını haksız yere düşman ilan edebilirler.

Zayıf ve beceriksiz görünmekten çok çekinirler.

Özlemleri: Güçlü, becerikli olmak, dünyayı daha yaşanılır bir hale getirmek, her koşulda ve zorlukta kazanmak ve yaptıkları şeylere anlam katmaktır.

Fedakar:

Sevgi ve şefkati cömertçe paylaşmanın, anlayış ve desteğin, empati ve cesaret vermenin kişilik kalıbıdır.

İnsanları, sabır ve özverileriyle kendilerine mıknatıs gibi çeker, adeta gönüllü terapist olurlar.

Başkalarının hayatlarında olumlu bir değişime neden olmak onları çok mutlu eder.

Dinlemeyi bilirler ve her şeyi, yapıcı ve olumlu şekilde ele alırlar.

Başkalarının ihtiyaçları her zaman kendi ihtiyaçlarından öndedir.

Olumsuz kişilerde ve koşullarda bile, olumlu bir iz veya işaret görmeyi başarırlar.

En önemli sorunları, ‘hayır’ diyememeleridir.

Bazen bu durum, içten içe kırılmalarına ve gücenmelerine yol açabilir.

Kendi ihtiyaçlarını karşılamak yerine başkalarına odaklanmaları nedeniyle, ruhsal ve fiziksel güçlerini kaybedebilirler.

Herkesi memnun etme çabası, onların yeterince kararlı ve tutarlı bir insan olmalarını engelleyebilir.

Bencil, kaba ve yorgun görünmekten çok çekinirler.

Özlemleri: Başkalarını korumak, yardımcı olmak ve huzurlu ortamlar yaratmaktır.

Masum:
Büyük bir saflık ve masumiyet içinde, hayata ve herkese güven beslerler.

İç huzurları derindir ve ilişkilerinde bir çocuk gibi çok açık ve şeffaftırlar.

Zorluklar karşısında, basit çözüm ve yanıtlarla, başkalarına da olumlu bir duygu ve bakış açısı kazandırırlar.

Sevgi vermekten mutlu oldukları için, bu masum kişilikli insanlarla, uzun süre arkadaş kalmak mümkündür.

Jung tarafından ‘Çocuk’ arketipi olarak adlandırılmıştır.

Bu kalıp bazen, sorumluluklarının farkına varamayan ve başkalarına bağımlı olan bir kişiye dönüşme riskini taşır.

Sorunlar karşısındaki duruşları çok çocuksu ve çözümleri çok basit kalabilir.

Hayatın zorlukları ve insanların acımasızlıkları karşısında, çok şaşırabilir, hayal kırıklığına uğrayabilir ve paniğe kapılabilirler.

Otoriteye boyun eğebilir, gereksiz risklere girebilir ve bir çocuk gibi sabırsızlık gösterebilirler.

Tehlikeden, terk edilmekten ve cezalandırılmaktan çok korkarlar.

Özlemleri: Mutlu ve özgür olmak, koşulsuz sevilmek, korunmak ve kabul görmektir.

Büyücü:
Aslında, burada büyücü sözcüğü, bilinen anlamda büyü yapan değil, derin bilgisi ve becerisiyle, büyük ve arzulanır değişiklikleri gerçekleştirebilen insan anlamında kullanılmaktadır.

Bu kişilik kalıbı, aynı zamanda ‘şifacı’ olarak da adlandırılır.

Karizmatik ve ilham verici insanlardır.

Zekâ ve yaratıcılıklarıyla, başkalarının çaresiz kaldıkları sorunları çözerler.

Kendileri veya başkalarına dair beklenti ve öngörüleri gerçekleştiğinde, bundan büyük mutluluk duyarlar.

Hayatta her şeyin ve herkesin bir şekilde birbirine bağlı ve bütün olduğuna inanırlar.

Olgular arasındaki bağları sezebildikleri için, kaos ve karışıklık içinde, kolaylıkla bir takım ilintiler görüp, düzen kurarlar.

Standartları çok yüksektir.

Hem kendileri hem de başkaları hakkında, saygıya değer bir farkındalıkları vardır.

Bu kişilik tipi bazen, kendisinde ve başkalarında, ‘her şeyi kontrol edebileceği’ yanılgısını yaratabilir.

Mucize beklentisini arttırabilir ve gerçeklikten kopartabilirler.

Büyücü kalıbındaki insanlar, güç ve sezgilerini kaybetmekten ve istemeden başkalarına zarar vermekten korkarlar.

Özlemleri: Yaşamın temel yasalarını anlamak, hayalleri gerçekleştirmek ve dünyayı daha üst bir bilince taşımaktır.

Yukarıda gördüğünüz gibi, her kişilik tipinin hem olumlu, hem de olumsuz yönleri vardır.

Tüm bu kalıplar, zaman zaman hepimizde, çeşitli derecelerde ortaya çıksa da, genelde yaşam tiyatromuza, bir kalıp hâkimdir.

Eğer hâkim olan ve olmayan tüm bu kalıpları yeterince tanırsak, kalıbımızın olumsuz yönlerini dönüştürerek ve gerekiyorsa başka bir kalıbın olumlu özelliklerini üstlenerek, daha esnek bir duruşla, hayat tiyatromuzu, hem bir oyuncu olarak kendimiz, hem de bizi izleyen seyircilerimiz için çok daha eğitici ve eğlendirici bir hale getirebiliriz.

Bunu yapmalıyız!

Perde kapanmadan!


Dr Şafak Nakajima