NOHUT HİKAYESİ
Nohutun tencerede
ateşten canı yandı mı, yukarıya doğru sıçramaya başar. Tencere kaynamaya
başlayınca, her an hareket halinde olup tencerede yüzerce coşkunluk göstermeye
başlar.
Nohut der ki:
“Neden beni ateşe
attın, kaynatıyorsun? Madem satın adın, niye bu hallere uğratıyorsun?”
Nohutu pişiren de onu kepçeyle karıştırıp
der ki:
“Hayır! Güzelce kayna, tencereden çıkmaya
kalkışma. Hamsın, ayrılık ateşiyle piş de bir lezzetin olsun. Ben seni
sevmediğim için kaynatmıyorum. Bir zevke, bir çeşniye sahip ol da gıda haline
gel; yen, cana karış diye kaynatıyorum yoksa bu imtihan, seni horlamak için
değil. Bostanda sular içtin, yeşerdin, taptaze bir hale geldin; işte o su içiş,
bu ateşe düşmen içindi. Ey nohut, belara düş, kayna, piş de ne varlığın kalsın,
ne de sen kal! Su ve toprak bahçesinden ayrıldıysan lokma oldun, dirilerin
vücuduna girdin. Gıda ol, kuvvet ol, düşünce ol.”
Nohut bu sözleri
duyunca:
“Mademki böyledir ey
hüner sahibi! Yardımcım ol da ben de coşup kaynayayım! Sen bu kaynatmada beni
yapıp yoğuran mimarımsın. Kepçeni vur, karıştır, zira güzel iş
görmektesin”der.
Hanım nohuda der ki:
“Ben de bundan önce senin gibi yeryüzü
cüz’lerindendim. Ateş gibi yakıcı olan nefisle mücadeleyi kazanmanın zevkini tadınca,
makbul bir insan oldum. Ben de bir zaman yeryüzünde ten tenceresinde kaynadım.
Bu iki kaynayışla duygulara yaklaşıp ruh sahibi oldum. Seni de böyle terbiye
ediyorum.Sen cansızlar alemindeyken sana hal diliyle derdim ki; ‘O mertebeden
koş, yüksel ki, insanlık mertebesine gelesin, manaya mensup sıfatlar elde
edesin.’ Sen cansızlıktan kurtulup canlı olunca, bu sefer de diyorum ki; ‘Bir
kere daha coş, kayna da hayvanlıktan da geç! O dereceden, mertebeden yüksel.’’’
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder